20 Haziran 2011 Pazartesi

Rakı sofrası



Haftasonu güzel geçti. Cumartesi günü tüm gün evde güneşlendikten sonra akşamına hazırlanan mezelerle beraber Stelios Kazantzidis eşliğinde harika bir balkon rakı sofrası. Hava da o kadar güzeldi ki rakılar bir türlü yetmedi. Gerçekten Türk olmakla övündüğüm belli şeyler varsa bunların en başında gelen rakı sofrasını, meze kültürünü bilmek, sevmek ve istemektir. Rakının istediğin ölçüde hazırlanabilmesi, hafif başlayıp sona doğru sertleştirmek, bitmeyen karabiberli peynir ve yanında kavun, tam doydum artık derken ekmekle domates soslu kızarmış biberlerden yemek, aynı şarkıyı 1-2kez dinlemek, üzerine de güzel bir türk kahvesi içsem mi; içmeden ağzımda rakı tadı mı kalsın diye düşünmek. Evet tüm bunlarda sanırım Yeni Rakının facebookta sürekli paylaşılan reklamı sebep. Başarılı olmuş reklamı kutluyorum.

Bekledim DA Gelmedin!


17 Haziran 2011 Cuma

Kaç gündür dilimde..

Kim kazanacak?

Evet bu konuda bir yazı yazmam gerekiyordu. Ama tam olarak ne yazacağımı toparlayamamıştım ilk 1-2 gün. Facebook aktivistleri gibi görünmek istemediğim için "oooww aman tanrım tesettüre gireceğiz neler oluyyooroaaarr"şeklinde "beklenen" bir yazı yazmak istemedim. Bir süre hazmettim, okudum, düşündüm.
Vardığım sonuç ise şudur: artık hellaleşelim. Artık kabul edelim ne olduğumuzu. Tüm toplumun kimliğini. Davranışlarını. Seçimlerini. Beğenmek zorunda değiliz ama kabul etmek zorundayız.Dünyanın buraya gelmiş olması bizim de gelmiş olduğumuzu göstermez. "Miş" gibi yapmaktan vazgeçelim.
Medeni bir toplum"muş" gibi, hoşgörülü bir toplum"muş" gibi, misafirperver bir toplum"muş" gibi, çalışkan bir toplum"muş" gibi, zeki, atletik, çevik bir toplum"muş" gibi yapmaktan vazgeçelim.
Böyle değiliz. İç Anadolu tahıl ambarımız değil. Türkiye akarsu ve nehirler bakımından zengin bir ülke değil. Yer altı kaynakları zengin bir ülke değiliz. Ülkenin her yeri eşit değil. Hepimiz Türk değiliz, hepimiz müslüman değiliz ve bunların hiçbiri olmak zorunda değiliz varolmak için.
Bunların hepsi bize öğretildi, telkin edilmeye çalışıldı, bir türlü kabul görmedi, bir türlü üzerimize tam olarak oturmadı. Alttan hep sırıtıyordu zaten de her zamanki "tilkiliğimizle" üzerini örtmeyi ya da dikkati başka yere çevirmeyi beceriyorduk.
Artık kimseye yutturamayız bunları, tam olarak nasıl bir halkın içinde yaşadığımızı görüp, kabul edip, sindirip kendi isteğimizle bunu değiştirmek için adım attığımız günü beklememiz lazım.
Evet Avrupa Amerika gibi toplumlar bununla çok önceleri yüzleşmiş, iç savaşlarını, sivil savaşlarını, rönesanslarını, aydınlanmalarını, devrimlerini yaşamış olabilir, ama biz yaşamadık.
Biz Almanya yenilince yenildik kabul edildik. Hiçbir zaman kendi üzerimize alınmadık.
Hep kıyıdan köşeden beslendik tüm bu olup bitenlerden. Geri kalan herşeyi de hoyratça gömdük toprağa ve yok gibi davrandık.

Hepimiz sünni birer müslüman gibi yaşadık, pazar günleri TRTde klasik müzik dinletilmeye zorlandık, türküleri aşağılayıp nefret ettik, erovizyon en büyük hayalimiz, buz pateni, izlemeyi en sevdiğimiz, en özendiğimiz spor dalı oldu. Yurtdışında iyi-kötü herhangi bir Türk ilgi görünce mutluluktan havalara uçtuk imkansız gibi, televizyonda gelen turisterin önünde tüküren milletimizi görünce ayağımızla üzerinde basıp utandık ve uyardık herkesi aman bizi rezil etmeyin diye. Herhangi bir yabancı yayın organında Türkiye ile ilgili çarşaflılar ya da kapalıçarşı görüntüleri için "Bu ne yaa Türkiye bundan mı ibaret niye nişantaşını taksimi çekmiyorlar" diye hayıflandık. Aşılamaz bir aşağılık duygusu ve kabul edilmeme kompleksiyle debelendik durduk.
Artık kabul edelim biz böyle bir kökten geldik, çabuk büyüdük ve değiştik, ne olduğunu anlamadık, içimize sindirmedik. Şimdi de bu yılların hesaplaşmasını yapıyoruz kendi kendimize. Kendi sivil savaşımızı veriyoruz ama artık topla tüfekle olmuyor bu savaş; kendi "soğuk savaş"ımızı veriyoruz. Herkes saflara bölündü, kendini daha iyi tanıdı, betimledi, müslüman iyice muhafazakarlaştı; bizim gibi içkisini içen, batılı hayat yaşayan insanlar da gerçekten müslüman olmadığını kabul etti. Yüzleştik kendimizle. Ne olduğumuz ve ne olmadığımız konusunda artık kafamız net. Ne istediğimizi iyi biliyoruz, ne istemediğimizi de. Savaş başladı ve gelişerek devam ediyor. Peki en önemli soru bu sırada nelerden ödün vereceğiz, bu yolda neleri kaybedeceğiz ve de daha da önemlisi Kim kazanacak?